Elektronikten petrokimyaya, tahıl depolarından ilaç üretimine, enerji santrallerinden otomotive kadar birçok sektörde statik elektrik ve alev alma riski aynı anda konuşuluyor. Uzmanlar, iş kıyafetinin “son çare” değil, risk yönetimi mimarisinin...
Elektronikten petrokimyaya, tahıl depolarından ilaç üretimine, enerji santrallerinden otomotive kadar birçok sektörde statik elektrik ve alev alma riski aynı anda konuşuluyor. Uzmanlar, iş kıyafetinin “son çare” değil, risk yönetimi mimarisinin ana katmanı olduğuna dikkat çekiyor.
Türkiye genelinde üretim yapan tesislerde iş güvenliği birimlerinin gündeminde iki başlık öne çıkıyor: statik elektriğin kontrolü ve yanıcı–parlayıcı atmosferlerde alevin yayılımının sınırlanması. Bu iki risk, makine bakımı, proses tasarımı, zemin kaplaması, havalandırma ve personel eğitimi gibi pek çok unsurla birlikte değerlendirilse de tartışmaların görünür yüzü çoğu kez “iş kıyafeti” oluyor. Çünkü kıyafet, riskin doğrudan kaynağı olmasa da olayın seyrini değiştirebilecek, kıvılcımın oluşmasını veya alevin ilerleyişini etkileyebilecek bir parametre. Saha ekipleri, kıyafetin yalnızca “giyilen bir teslimat” değil, proaktif bir güvenlik kararının sonucu olduğunu hatırlatıyor. Kıyafet tercihinin, risk analizi, proses şartları, personel hareketleri, iklimsel koşullar ve bakım–yıkama çevrimi birlikte düşünüldüğünde, kritik anlarda fark yarattığını gösteriyor.
Sektör temsilcileri, tek tip bir çözüme odaklanmanın yanıltıcı olduğunun altını çiziyor. Elektronik montaj hatlarında amaç, hassas bileşenleri mikroskobik elektrostatik boşalmaların tahrip edici etkisinden korumak ve kıvılcım oluşumunun önüne geçmek. Rafineri, boya, gaz dolum ve tedarik terminallerinde, tahıl silolarında ya da patlayıcı tozların bulunduğu proseslerde ise yangın halinde alevin yayılımını yavaşlatmak, ısı akısını sınırlamak ve kaçış süresi kazandırmak öncelik. İki riskin bir arada bulunduğu karmaşık sahalarda, kıyafetin elektriksel ve termal davranışının birlikte ele alınması, yani hem geç tutuşur hem de elektrostatik kontrollü tercihlere gidilmesi gerektiği vurgulanıyor. Saha uzmanları, “doğru kıyafet” kararının laboratuvar değerlerinden ibaret olmadığını; bu kararın, iş akışları, temas olasılıkları, bakım rejimi, yıkama kimyasalları, yedekleme planları, vardiya senaryoları ve işin ritmi dikkate alınarak verilmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Geç tutuşur (flame retardant) kumaşlar, kamusal tartışmada sıkça “yanmaz” olarak anılsa da uzmanlar bu ifadeyi yanıltıcı buluyor. Bu tür kumaşların hedefi, belirli bir alev veya ısı kaynağına maruz kalındığında tutuşmayı geciktirmek ve kaynak uzaklaştırıldığında alevin kendi kendine sönme eğilimini güçlendirmek. Performans, kumaşın yapısı, gramajı, örgü/dokuma biçimi ve kullanılan lif karışımına göre değişiyor. Kimyasal finisajla alev geciktirici hale getirilen pamuk karışımları ile doğası gereği ısıya dayanımlı aramit ya da modakrilik lifleri temel alan kompozitler, farklı testlerde farklı sonuçlar veriyor. Uzmanlar, “doğru standart” ile “doğru kullanım” arasındaki boşluğa dikkati çekerek; kıyafetin alev karşısındaki davranışı kadar, fermuar, çıtçıt ve reflektif bant gibi tamamlayıcı unsurların da ısı altında nasıl davrandığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Kısacası ürün sayfasındaki piktogramlar bir başlangıç; sahadaki hareketlilik, terleme, yağ/solvent teması, yıkama–kurutma koşulları ve bakım süreçleri sonucu belirgin biçimde etkiliyor.
Statik elektrik tarafında dinamik bambaşka. İnsan bedeni ve kıyafet, sürtünme ve ayrışma yoluyla yük taşıyabilir; bu yükün kontrolsüz boşalması ürünlere zarar verebilir ya da uygun koşullar oluştuğunda tutuşturucu kıvılcıma dönüşebilir. Bu nedenle yüzey direncini belirli aralıklarda tutan, yükü homojen dağıtan, iletken/yarı iletken ipliklerle ızgara veya çizgisel yapı kazandırılmış tekstiller tercih ediliyor. Ancak kumaşın tek başına “ESD güvenliği” sağlamadığı da vurgulanmalı. Kıyafetin, ayakkabı, zemin, masa ve bilekliklerle birlikte çalışması; topraklama sürekliliğinin ölçümle doğrulanması ve tüm sistemin bir ekosistem gibi yönetilmesi şart. Ayrıca, yıkama ve kullanım ömrü boyunca iletken ipliklerin dağılımı ve performansının düzenli kontrolü, beklenmedik sapmaları önlemede kritik rol oynuyor.
Standartlar cephesinde tablo geniş ve bazen kafa karıştırıcı. Alev ve ısıya karşı koruyucu giysiler, farklı ısı kaynakları için (alev, radyan ısı, konvektif ısı, eriyik metal sıçraması gibi) kategori bazında test ediliyor; statik elektriğe karşı ise yüzey/alan direnci, şarj dağıtımı ve kıvılcım potansiyeli değerlendiriliyor. Saha uygulayıcıları bu karmaşayı sadeleştirmek için pratik bir yöntem izliyor: Risk senaryosunu yaz, maruziyet süresini ve sıklığını ölç, ardından giysi gerekliliklerini net kriterlere bağla. Rehberlerde antistatik kıyafetler ifadesi çoğu zaman “ESD özellikli iş giysileri” ile yan yana kullanılsa da tüm antistatik ürünlerin ESD kontrollü ortamlar için otomatik olarak uygun sayılmadığı hatırlatılıyor. Benzer biçimde, geç tutuşur olarak etiketlenen her ürünün her ısı kaynağına karşı aynı davranışı göstermediği biliniyor. Sonuç olarak, kıyafet–proses–çevre üçlüsünün ölçümlerle doğrulanması ve seçimin bu ölçülerin gölgesinde yapılması gerektiği vurgulanıyor.
Farklı sektörlerden sahadan gelen örnekler, disiplinler arası düşünmenin değerini gösteriyor. Hassas elektronik üretimi yapan bir tesis, arıza iade oranlarını, kıyafetteki iletken iplik yoğunluğunu ve yıkama sonrası performans düşüşünü izledikten sonra kontrol altına alabildi. Solvent bazlı proseslere sahip başka bir işletme ise iş tulumlarında fermuar ve kapama sistemlerinin alevde eriyip cildi yakma riskini, metal ya da koruyucu kaplı çözümlerle minimize etti. Ortak payda, kıyafeti “kullan-at” tüketim malzemesi gibi değil, performansı izlenen ve bakımı planlanan bir güvenlik bileşeni olarak ele almak. Bu yaklaşım, tedarik kararlarından vardiya planlarına kadar uzanan bir dizi tercihi etkiliyor; ölçülebilir hedefler konulduğunda sonuçlar daha görünür hale geliyor.
Uzmanların sık altını çizdiği bir başlık, “uyum” ile “uygulama” arasındaki fark. Etikette görülen test değerleri belirli koşullara ait birer fotoğraf. Sahadaysa sıcaklık, nem, kimyasal buhar, iş temposu ve tekrarı değişken. Bu yüzden işletmelerin, kıyafetin gerçek performansını izleyen periyodik kontrolleri planlı şekilde yürütmesi gerekiyor: yıkama sayısına göre ESD çizgilerinin sürekliliği, kumaş kalınlığı ve gramajında değişim, dikiş dayanımı ve metal parçaların davranışı gibi parametreler düzenli olarak ölçülmeli. Benzer şekilde, çalışanların beden ölçülerine uygun kalıp seçimi ve kıyafetlerin çalışma hareketlerine uyumu da sahadaki etkinliği belirliyor. “Doğru beden–doğru iş” eşleşmesi yapılmadığında, en iyi ürün bile beklenen korumayı veremeyebiliyor.
Katmanlama (layering) kararı, sık yapılan hataların başında geliyor. Soğuk alanlarda iç katmana ek giysi giyildiğinde, üstteki kıyafetin antistatik ya da alev geciktirici performansı alttaki sentetik içliklerle çakışabiliyor. Uygulamada, iç katmanların nem yönetimi güçlü, erime-damlamaya meyletmeyen yapıda ve mümkünse antistatik özellikli seçilmesi öneriliyor. Kol ve paça boylarının çalışmaya uygun ayarlanması, kıvılcıma yakıt olabilecek gevşek aksesuarların (örgü bileklik, metal zincir vb.) yasaklanması ve kıyafetle birlikte kullanılan kişisel koruyucu donanımların (eldiven, bileklik, kask) kıyafetle etkileşiminin test edilmesi, görünmeyen uyum sorunlarını azaltıyor.
Tedarik süreçlerinde dikkat edilmesi gerekenler teknik veri sayfasının ötesine geçiyor. Kıyafetin izlenebilirliği —parti/lot numarası, üretim tarihi, test raporlarının güncelliği— günlük operasyonlarda kolayca gözden kaçabiliyor. Depo ve çamaşırhane süreçlerine “etiket okuryazarlığı” eğitimi eklenmesi, kıyafet rotasyonunu ve servis ömrünü netleştiriyor. Yıkama koşulları, iletken ipliklerin dağılımı ve alev geciktirici finisajın kalıcılığı üzerinde belirleyici. Endüstriyel yıkama tedarikçileriyle yapılan anlaşmalarda, kimyasal dozajlar, kurutma sıcaklıkları ve ütüleme gibi adımların performansa etkisi yazılı hale getirildiğinde, beklenmedik performans kayıplarının önüne geçilebiliyor.
Ayakkabı, zemin ve kıyafetin birlikte çalışması, sistemin en zayıf halkasını belirliyor. İleti yollarının sürekliliği bozulduğunda —örneğin yalıtkan tabanlı ayakkabı ile ESD zemin ya da ESD ayakkabı ile halı kaplı alan— beklenen koruma seviyesi üretilemiyor. Bu nedenle topraklama sürekliliği ve direnç değerleri periyodik olarak ölçülmeli; ölçüm verilerinin zamana bağlı değişimi basit bir bakım günlüğünde tutulmalı. Böylece sapmalar erken yakalanıyor, kıyafet kaynaklı sorunla proses kaynaklı sorun birbirinden ayırt edilebiliyor. Ölçüm istasyonlarının giriş–çıkış noktalarına yerleştirilmesi, personel alışkanlığını güçlendiriyor.
Eğitim boyutu, teknik önlemler kadar kritik. Statik yükün vücutta nasıl toplandığını, kıyafetin bu yükü nasıl dağıttığını veya sınırladığını basit deneylerle göstermek, soyut kavramları sahaya indiriyor. Alev ve ısı ile temasın ikinci derece yanık eşiğine etkisini anlatan termal manken verileri ya da ısı akı çizelgeleri, “neden bu kıyafeti giyiyorum?” sorusuna ikna edici yanıtlar üretiyor. Eğitimlerde gerçek olay incelemeleri ve “hata avı” turları yapıldığında, çalışanların risk algısının kalıcı biçimde değiştiği; prosedürlere uyumun yükseldiği ifade ediliyor.
Karar vericiler nereden başlamalı? İş güvenliği kültürünün temel ilkeleri hâlâ geçerli: Önce tehlikeyi kaynağında azalt, sonra mühendislik kontrollerini uygula; idari tedbirlerle riski yönet ve en sonunda kişisel koruyucu donanımı doğru şekilde devreye al. Bu zincirde kıyafet, “son katman” olsa da elektriksel potansiyelin ve alevin davranışını etkileyen, olayın seyrini değiştiren bir faktör. Dolayısıyla seçim yapılırken “estetik–dayanıklılık–konfor” üçlüsü ile “koruma–uyum–bakım” üçlüsünün birlikte düşünülmesi gerekiyor. Kurumsal satın alma süreçlerinde teknik şartnamenin yalnızca fiyat ve terminle değil, performans ve bakım kriterleriyle de ağırlıklandırılması öneriliyor.
Sahadan gelen geri bildirimler, konforun yalnızca memnuniyet değil, güvenlik çıktısı olduğunu gösteriyor. Aşırı terleme, ESD performansının homojenliğini bozabildiği gibi alev karşısında buhar ve ısı transferini etkileyebiliyor. Mikro delikli dokular, havalandırma panelleri, ergonomik kesimler ve giy-çıkar kolaylığı sağlayan tasarımlar, kullanıcıların talimatlara uyumunu artırıyor. Uyum arttıkça güvenlik performansı kağıt üzerindeki değerden sahadaki değere yaklaşıyor. Böylece “yazın ısınma, kışın üşüme” paradoksu, tasarım ve malzeme tercihleriyle yönetilebilir hale geliyor.
Elektronik ve hassas üretim yapılan tesislerde terminoloji ve prosedürler farklılaşıyor. “ESD alanı” olarak tanımlanan bölgelere giriş–çıkış prosedürleri, ayakkabı ve bileklik test noktaları, masa ve rafların topraklanması gibi detaylar standart uygulamaların parçası. Bu prosedürlerin kıyafete yansıması; kol ve beden boylarının bileklikle uyumu, çıtçıt/fermuar malzemelerinin elektrostatik davranışı, kapatma sistemlerinin “kolay açılır” olmasının güvenlikle uyumlu hale getirilmesi gibi tasarım kararlarında görülüyor. Bu noktada, kıyafetin pratik kullanım kolaylığı sağlaması ile elektrostatik kontrol arasında denge kurulması gerektiği vurgulanıyor.
Alev ve ısıya maruz kalınan sahalarda risk, “seyrek ama yıkıcı” olarak tanımlanıyor. Olağandışı, ancak gerçekleştiğinde geri dönüşü zor olaylar için kıyafetin davranışı, kaçış ve tahliye planlarıyla birlikte ele alınmalı. Yüksek görünürlük gerektiren işlerde alev geciktiricilikle fosforlu uygulamalar aynı üründe buluştuğunda, yüksek sıcaklıkta renk dayanımı ve reflektif bantların performansı ayrıca kontrol ediliyor. Ayrıca yangın anında eldivenle dahi kolay açılabilen kapama sistemleri, gözle görülmeyen ama kritik bir fark yaratabiliyor. Saha tatbikatlarında bu detayların prova edilmesi, gerçek anlarda refleksleri güçlendiriyor.
Kamu tarafında teşviklerin ve rehberlerin erişilebilirliği özellikle KOBİ’ler için belirleyici. Sektör birlikleri ve meslek odalarının yayımladığı örnek teknik şartname şablonları, işletmelerin “deneme–yanılma” yerine “kanıta dayalı seçim” yapmasını kolaylaştırıyor. Açık erişimli eğitim modülleri ortak bir dil ve beklenti seti oluşturuyor; bu da tedarik pazarında kalite çıtasını yükseltirken merdiven altı ürünlerin ayıklanmasına yardımcı oluyor. Ortak kriterler oluştuğunda, fiyatlandırma ve performans karşılaştırmaları daha şeffaf hale geliyor. Bu gelişmeler, işverenlerin kararlarını hızlandırırken çalışanların güvenlik algısını da güçlendiriyor.
Elektronik, otomotiv, ilaç ve savunma gibi sektörlerde risk haritaları detaylandıkça, ESD gereklilikleri de netleşiyor. Bu çerçevede, esd iş kıyafetleri ifadesi, yalnızca “statik yükü boşaltan” bir giysi türünü değil; ayakkabı, zemin, masa, ambalaj, test ve eğitimden oluşan bir ekosistemi tarif ediyor. İşletmeler, bu ekosistemin her parçası için ölçülebilir performans kriterleri koyduğunda, beklenmedik duruşlar ve kalite kayıpları daha kalıcı şekilde kontrol altına alınabiliyor. Ölçümlerin düzenli raporlanması, tedarik ve bakım planlarıyla eşleştirildiğinde, sistemin tamamı hedeflerine daha güvenle ilerliyor. Uzmanlar, “ölçemediğini yönetemezsin” ilkesinin burada da geçerli olduğunu hatırlatıyor.
Sonuç olarak, iş yerinde statik elektrik ile alev/ısı kaynaklı risklerin yönetiminde kıyafet görünmeyen ama hayati bir rol oynuyor. Bilimsel testlerle doğrulanmış performans, sahaya özgü senaryolarla anlam kazanıyor; eğitim ve disiplinle sürdürülebilir hale geliyor. Kıyafet seçimini bir “alışveriş kalemi” olmaktan çıkarıp “risk stratejisi”nin merkezine yerleştiren kurumlar, hem çalışan sağlığını hem üretim sürekliliğini güvence altına alıyor. Sektörün bugünkü gündemi, bu bütüncül yaklaşımı benimseyenleri yarının belirsizliklerine karşı daha dayanıklı kılıyor.
Kaynak: Magazin Haberleri
GÜNDEM
4 saat önceGÜNDEM
4 saat önceGÜNDEM
5 saat önceGÜNDEM
5 saat önceGÜNDEM
6 saat önceGÜNDEM
7 saat önceGÜNDEM
1 gün önce